28 Nisan 2009 Salı

Tarih-Kültür-Doğa ve Deniz (İzmir-Bodrum) Turu {2.Gün}

18-21 Nisan Tarih-Kültür-Doğa ve Deniz (İzmir-Bodrum) Turu


2.Gün: 19 Nisan 2009 Pazar


Rota: Kuşadası-Söke-Aziz Nikolaos Kilisesi (Güllübahçe)-Priene-Miletos-Altınkum (Didim)

Mesafe: 93.45 km

Bisiklet üzerinde geçen zaman: 5.23.16 saat

Ortalama hız: 17.34 km/saat

Maksimum hız: 59.74 km/saat





Gece pek uyuyamayarak yeni bir güne açıyoruz gözlerimizi.İkimizin de ilk çadır tecrübesiydi ve 2 kişilik çadırımda kaldığımız için oldukça sıkıştık ve uyuyamadık Hüseyin abi de arkada geriniyor



Kampingten çıkmadan kampingin meyvelerini indiriyoruz midemize



Kuşadası sabah daha bir güzel sanki Sessiz ve sakin (Gece uyuyamamın bir nedeni de bangır bangır çalan müzikti )





Bu fotoğrafı çeken kişi yanımıza gelip yabancı dilde birşeyler söylemeye çalıştı.Meğer adam türkmüş





Hüseyin abinin dizi ağrıdığı için 2.günde bize eşlik edemiyor ve Kuşadası'ndan geri dönüyor.



Yine düştük yollara...



Yine başladık tırmanmaya...





Her çıkışın bir inişi vardır...



vee Söke'deyiz.





Canımız deli gibi çorba istiyor Söke caddelerinde bir süre açık çorbacı arıyoruz.Pazar günü olduğu için biraz uzun sürüyor bu arayış;fakat bir süre sonra mutlu sona ulaşıyoruz



Çok iyi geldi



Kollar,ayaklar,suratlar...Her tarafımız yandı



Çorbalarımızı da içtik.Karnımız tok,sırtımız pek.Ayıcığımı da attım önüme...Açılın ben geliyorum













Bir kilise olacak buralarda ama... Antik Kent Kolophon gibi kiliseyi de bulamıyoruz



























Ah şu çocuklar yok mu... Bizi turist sanıp "Hello" demeleri,benim "Selam gençler" dememle afallamaları... Sanırım soldan 2.çocuğun hali durumu özetliyor



Antik kent Priene'ye gitmek üzere sağa sapıyoruz.







ne yokuşmuş be arkadaş



bisikletçi azmiyle çıkıverdik ama





vee karşınızda Priene...

Priene hakkında bilgiye:

http://tr.wikipedia.org/wiki/Priene

http://www.didimguide.com/tr/priene_gelebec_selale.html

adreslerinden ulaşabilirsiniz





































Yamin'in gözünden de hiçbir şey kaçmıyor.Radar gibi gözleri var adamın.Kertenkeleleri,yılanları...herbir şeyi görüveriyor anında





Resime dikkatle bakın.Çalılar arasında bir yılan göreceksiniz















Gelirken ilgimizi çeken bu arabayla giderken hatıra fotoğrafı çektiriyoruz.



ve şu anda masaüstümü süslemekte olan hali.Yamin ellerine sağlık



Yine yollardayız...

Söke ovasını geçmek ölüm Yol dümdüz,rüzgarlı,etrafta görecek birşey yok.Kısacası çok ama çok sıkıcı



Bir nehir çıkıyor karşımıza,biraz olsun rahatlıyoruz.Yol o kadar sıkıcı,o kadar sıkıcı ki anlatamam







2 antik kent arasında perişan olduktan sonra nihayet Miletos'a varıyoruz.

Milet hakkında bilgiye:

http://tr.wikipedia.org/wiki/Milet

http://www.didimguide.com/tr/milet_m...at_thales.html

adreslerinden ulaşabilirsiniz.



































Didim'e son 20 km.Yolun burdan sonrası,burdan öncesi kadar sıkıcı olmayacak en azından.



Akköy'e kadar tırmanıyoruz.



vee nihayet denize tekrar kavuşuyoruz.Yol bu sefer de tam aksine çok zevkli.Hem deniz kenarında ilerliyoruz hem de tempolu bir şekilde yokuşları bir inip bir çıkıyoruz.Güneş de yavaş yavaş batmaya başlıyor.Manzara mükemmel





Bu güzelliğe daha fazla dayanamayıp kumsala iniyor ve gün batımını izliyoruz







İnsanın ordan hiç ayrılası gelmiyor.Zor da olsa tekrar bisikletlerimize atlayıp yola düşüyoruz ve bir süre sonra da Didim'e varıyoruz.



vee Altınkum...







ve Emre'nin yazısıyla...

Mavi Sakal dinliyorum,şöyle diyor Bülent Ortaçgil yazımlı sözlerde''Görmeli mi,görmemeli mi?yoksa hiç bakınmamalı mı?Ama ben bakınmassam hiç göremem ki!Tamam işte biz bakınmak için düşmedik mi yollara.Hem bakınma sayesinde görür olmuştu bu gözler.Gözlerimizin altı şiş gibiydi,şehrin boğucu havasından,trafiğinden ırak;bol oksijenli,renkli,net bir dünyaya bakıyorduk sonuçta.Bu şişlik sürekli nadasa bırakılmış gözlerin birden ekimi ile şok geçirmesinden oluyor gibiydi.Eee hava karardı,gözler puslandı.Geceyi geçirmelik bi yer lazım.Didimin ayak takımı gençleri bize yardımcı olmak için can atıyordu.Şüphelenmemek elde değildi,o derece.Zabıtayla muhattap ettiler bizi,konuştum.Sahilde izin veremiceklerini,cadır kurucaz diyince''Ne o hatun mu götürceniz'' diyen biriyle...Bütün kelkinme hareketlerinden sonra bulduk mekanı.Deniz ayağımızın dibinde,o derece yakınız.karanlık,floşörler yardımcı oluyor işte.Gel -git olsa sabah uyandığımızda ne halde olurduk düşünemiyorum.Arkadan disko müziği,duş almış bedenlere çöken yorgunluk,ve tüm bunların yoldaşı çay.İnşaat halindeki yerde çalışan elemanlar...sağolsun,bize o yoldaşı tatdırdılar.

Kimi gezmeye,kimi yudumlamaya,kimi uyumaya meyilli.Seçimler yapılıyor,herkes serbest sonuçta.Kumsala kurduğumuz çadırın zeminini düzeltirken eşelenen kum sıcak ve çadırımıza ısıtıcı görev yapıyor.Kumdan yastık yapıyoruz...Doğayı sonuna kadar kullanıyoruz.Uykumda,rahat olmamasına rağmen,sayısız rüya görüyorum.Sadece bende mi bu durum var bilmiyorum.Şöyle bir soru geliyor aklıma:Niye acaba...