18-21 Nisan Tarih-Kültür-Doğa ve Deniz (İzmir-Bodrum) Turu
2.Gün: 19 Nisan 2009 Pazar
Rota: Kuşadası-Söke-Aziz Nikolaos Kilisesi (Güllübahçe)-Priene-Miletos-Altınkum (Didim)
Mesafe: 93.45 km
Bisiklet üzerinde geçen zaman: 5.23.16 saat
Ortalama hız: 17.34 km/saat
Maksimum hız: 59.74 km/saat

Gece pek uyuyamayarak
yeni bir güne açıyoruz gözlerimizi.İkimizin de ilk çadır tecrübesiydi ve 2 kişilik çadırımda kaldığımız için oldukça sıkıştık ve uyuyamadık
Hüseyin abi de arkada geriniyor

Kampingten çıkmadan kampingin meyvelerini indiriyoruz midemize

Kuşadası sabah daha bir güzel sanki
Sessiz ve sakin
(Gece uyuyamamın bir nedeni de bangır bangır çalan müzikti
)


Bu fotoğrafı çeken kişi yanımıza gelip yabancı dilde birşeyler söylemeye çalıştı.Meğer adam türkmüş


Hüseyin abinin dizi ağrıdığı için 2.günde bize eşlik edemiyor ve Kuşadası'ndan geri dönüyor.

Yine düştük yollara...

Yine başladık tırmanmaya...


Her çıkışın bir inişi vardır...

vee Söke'deyiz.


Canımız deli gibi çorba istiyor
Söke caddelerinde bir süre açık çorbacı arıyoruz.Pazar günü olduğu için biraz uzun sürüyor bu arayış;fakat bir süre sonra mutlu sona ulaşıyoruz

Çok iyi geldi

Kollar,ayaklar,suratlar...Her tarafımız yandı

Çorbalarımızı da içtik.Karnımız tok,sırtımız pek.Ayıcığımı da attım önüme...Açılın ben geliyorum






Bir kilise olacak buralarda ama...
Antik Kent Kolophon gibi kiliseyi de bulamıyoruz













Ah şu çocuklar yok mu...
Bizi turist sanıp "Hello" demeleri,benim "Selam gençler" dememle afallamaları...
Sanırım soldan 2.çocuğun hali durumu özetliyor

Antik kent Priene'ye gitmek üzere sağa sapıyoruz.



ne yokuşmuş be arkadaş

bisikletçi azmiyle çıkıverdik ama


vee karşınızda Priene...
Priene hakkında bilgiye:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Priene
http://www.didimguide.com/tr/priene_gelebec_selale.html
adreslerinden ulaşabilirsiniz


















Yamin'in gözünden de hiçbir şey kaçmıyor.Radar gibi gözleri var adamın.Kertenkeleleri,yılanları...herbir şeyi görüveriyor anında


Resime dikkatle bakın.Çalılar arasında bir yılan göreceksiniz







Gelirken ilgimizi çeken bu arabayla giderken hatıra fotoğrafı çektiriyoruz.

ve şu anda masaüstümü süslemekte olan hali.Yamin ellerine sağlık

Yine yollardayız...
Söke ovasını geçmek ölüm
Yol dümdüz,rüzgarlı,etrafta görecek birşey yok.Kısacası çok ama çok sıkıcı

Bir nehir çıkıyor karşımıza,biraz olsun rahatlıyoruz.Yol o kadar sıkıcı,o kadar sıkıcı ki anlatamam



2 antik kent arasında perişan olduktan sonra nihayet Miletos'a varıyoruz.
Milet hakkında bilgiye:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Milet
http://www.didimguide.com/tr/milet_m...at_thales.html
adreslerinden ulaşabilirsiniz.

















Didim'e son 20 km.Yolun burdan sonrası,burdan öncesi kadar sıkıcı olmayacak en azından.

Akköy'e kadar tırmanıyoruz.

vee nihayet denize tekrar kavuşuyoruz.Yol bu sefer de tam aksine çok zevkli.Hem deniz kenarında ilerliyoruz hem de tempolu bir şekilde yokuşları bir inip bir çıkıyoruz.Güneş de yavaş yavaş batmaya başlıyor.Manzara mükemmel


Bu güzelliğe daha fazla dayanamayıp kumsala iniyor ve gün batımını izliyoruz



İnsanın ordan hiç ayrılası gelmiyor.Zor da olsa tekrar bisikletlerimize atlayıp yola düşüyoruz ve bir süre sonra da Didim'e varıyoruz.

vee Altınkum...



ve Emre'nin yazısıyla...
Mavi Sakal dinliyorum,şöyle diyor Bülent Ortaçgil yazımlı sözlerde''Görmeli mi,görmemeli mi?yoksa hiç bakınmamalı mı?Ama ben bakınmassam hiç göremem ki!Tamam işte biz bakınmak için düşmedik mi yollara.Hem bakınma sayesinde görür olmuştu bu gözler.Gözlerimizin altı şiş gibiydi,şehrin boğucu havasından,trafiğinden ırak;bol oksijenli,renkli,net bir dünyaya bakıyorduk sonuçta.Bu şişlik sürekli nadasa bırakılmış gözlerin birden ekimi ile şok geçirmesinden oluyor gibiydi.Eee hava karardı,gözler puslandı.Geceyi geçirmelik bi yer lazım.Didimin ayak takımı gençleri bize yardımcı olmak için can atıyordu.Şüphelenmemek elde değildi,o derece.Zabıtayla muhattap ettiler bizi,konuştum.Sahilde izin veremiceklerini,cadır kurucaz diyince''Ne o hatun mu götürceniz'' diyen biriyle...Bütün kelkinme hareketlerinden sonra bulduk mekanı.Deniz ayağımızın dibinde,o derece yakınız.karanlık,floşörler yardımcı oluyor işte.Gel -git olsa sabah uyandığımızda ne halde olurduk düşünemiyorum.Arkadan disko müziği,duş almış bedenlere çöken yorgunluk,ve tüm bunların yoldaşı çay.İnşaat halindeki yerde çalışan elemanlar...sağolsun,bize o yoldaşı tatdırdılar.
Kimi gezmeye,kimi yudumlamaya,kimi uyumaya meyilli.Seçimler yapılıyor,herkes serbest sonuçta.Kumsala kurduğumuz çadırın zeminini düzeltirken eşelenen kum sıcak ve çadırımıza ısıtıcı görev yapıyor.Kumdan yastık yapıyoruz...Doğayı sonuna kadar kullanıyoruz.Uykumda,rahat olmamasına rağmen,sayısız rüya görüyorum.Sadece bende mi bu durum var bilmiyorum.Şöyle bir soru geliyor aklıma:Niye acaba...

2.Gün: 19 Nisan 2009 Pazar
Rota: Kuşadası-Söke-Aziz Nikolaos Kilisesi (Güllübahçe)-Priene-Miletos-Altınkum (Didim)
Mesafe: 93.45 km
Bisiklet üzerinde geçen zaman: 5.23.16 saat
Ortalama hız: 17.34 km/saat
Maksimum hız: 59.74 km/saat

Gece pek uyuyamayarak




Kampingten çıkmadan kampingin meyvelerini indiriyoruz midemize


Kuşadası sabah daha bir güzel sanki





Bu fotoğrafı çeken kişi yanımıza gelip yabancı dilde birşeyler söylemeye çalıştı.Meğer adam türkmüş



Hüseyin abinin dizi ağrıdığı için 2.günde bize eşlik edemiyor ve Kuşadası'ndan geri dönüyor.

Yine düştük yollara...


Yine başladık tırmanmaya...



Her çıkışın bir inişi vardır...


vee Söke'deyiz.


Canımız deli gibi çorba istiyor



Çok iyi geldi


Kollar,ayaklar,suratlar...Her tarafımız yandı


Çorbalarımızı da içtik.Karnımız tok,sırtımız pek.Ayıcığımı da attım önüme...Açılın ben geliyorum







Bir kilise olacak buralarda ama...















Ah şu çocuklar yok mu...




Antik kent Priene'ye gitmek üzere sağa sapıyoruz.



ne yokuşmuş be arkadaş


bisikletçi azmiyle çıkıverdik ama



vee karşınızda Priene...
Priene hakkında bilgiye:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Priene
http://www.didimguide.com/tr/priene_gelebec_selale.html
adreslerinden ulaşabilirsiniz



















Yamin'in gözünden de hiçbir şey kaçmıyor.Radar gibi gözleri var adamın.Kertenkeleleri,yılanları...herbir şeyi görüveriyor anında



Resime dikkatle bakın.Çalılar arasında bir yılan göreceksiniz








Gelirken ilgimizi çeken bu arabayla giderken hatıra fotoğrafı çektiriyoruz.

ve şu anda masaüstümü süslemekte olan hali.Yamin ellerine sağlık


Yine yollardayız...
Söke ovasını geçmek ölüm



Bir nehir çıkıyor karşımıza,biraz olsun rahatlıyoruz.Yol o kadar sıkıcı,o kadar sıkıcı ki anlatamam




2 antik kent arasında perişan olduktan sonra nihayet Miletos'a varıyoruz.
Milet hakkında bilgiye:
http://tr.wikipedia.org/wiki/Milet
http://www.didimguide.com/tr/milet_m...at_thales.html
adreslerinden ulaşabilirsiniz.

















Didim'e son 20 km.Yolun burdan sonrası,burdan öncesi kadar sıkıcı olmayacak en azından.

Akköy'e kadar tırmanıyoruz.

vee nihayet denize tekrar kavuşuyoruz.Yol bu sefer de tam aksine çok zevkli.Hem deniz kenarında ilerliyoruz hem de tempolu bir şekilde yokuşları bir inip bir çıkıyoruz.Güneş de yavaş yavaş batmaya başlıyor.Manzara mükemmel



Bu güzelliğe daha fazla dayanamayıp kumsala iniyor ve gün batımını izliyoruz




İnsanın ordan hiç ayrılası gelmiyor.Zor da olsa tekrar bisikletlerimize atlayıp yola düşüyoruz ve bir süre sonra da Didim'e varıyoruz.

vee Altınkum...




ve Emre'nin yazısıyla...
Mavi Sakal dinliyorum,şöyle diyor Bülent Ortaçgil yazımlı sözlerde''Görmeli mi,görmemeli mi?yoksa hiç bakınmamalı mı?Ama ben bakınmassam hiç göremem ki!Tamam işte biz bakınmak için düşmedik mi yollara.Hem bakınma sayesinde görür olmuştu bu gözler.Gözlerimizin altı şiş gibiydi,şehrin boğucu havasından,trafiğinden ırak;bol oksijenli,renkli,net bir dünyaya bakıyorduk sonuçta.Bu şişlik sürekli nadasa bırakılmış gözlerin birden ekimi ile şok geçirmesinden oluyor gibiydi.Eee hava karardı,gözler puslandı.Geceyi geçirmelik bi yer lazım.Didimin ayak takımı gençleri bize yardımcı olmak için can atıyordu.Şüphelenmemek elde değildi,o derece.Zabıtayla muhattap ettiler bizi,konuştum.Sahilde izin veremiceklerini,cadır kurucaz diyince''Ne o hatun mu götürceniz'' diyen biriyle...Bütün kelkinme hareketlerinden sonra bulduk mekanı.Deniz ayağımızın dibinde,o derece yakınız.karanlık,floşörler yardımcı oluyor işte.Gel -git olsa sabah uyandığımızda ne halde olurduk düşünemiyorum.Arkadan disko müziği,duş almış bedenlere çöken yorgunluk,ve tüm bunların yoldaşı çay.İnşaat halindeki yerde çalışan elemanlar...sağolsun,bize o yoldaşı tatdırdılar.
Kimi gezmeye,kimi yudumlamaya,kimi uyumaya meyilli.Seçimler yapılıyor,herkes serbest sonuçta.Kumsala kurduğumuz çadırın zeminini düzeltirken eşelenen kum sıcak ve çadırımıza ısıtıcı görev yapıyor.Kumdan yastık yapıyoruz...Doğayı sonuna kadar kullanıyoruz.Uykumda,rahat olmamasına rağmen,sayısız rüya görüyorum.Sadece bende mi bu durum var bilmiyorum.Şöyle bir soru geliyor aklıma:Niye acaba...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder